Sayfalar

2 Kasım 2012 Cuma

Çizgi Film, Masal ve Çocuk


Çizgi Film, Masal ve Çocuk

Son yüzyılın en önemli buluşlarından birisi kuşkusuz ki, o zamana kadar sadece kâğıt üzerine aktarılabilen görüntünün hareketli hâle getirilmesidir. Bu teknolojik buluş, insanın kendisini ifade edebileceği yeni bir iletişim şeklini ortaya çıkarmıştır. 

Üstün nitelikli kameralar ve geliştirilen görüntüleme teknikleri gerçek hayatın bire bir sanal dünyaya aktarılabileceğini ortaya koymuş,böylece tiyatroya rakip yeni bir sanat dalı; yani sinema doğmuştur.

Yazılı eserlerin bir bir sinemaya aktarılması bu yeni sanat dalının sadece tiyatroya değil, basılı eserlere de rakip olabileceğini düşündürmüştür. Kitaplarda sayfalarca uzayan tasvirler artık kameraların doğanın anlatılması gereken bölümüne doğrultulması ile kolayca görüntülenebiliyordu.

Yazılı eserlerin görüntülü ve sesli olarak perdeye yansıtılması geniş kitlelerin edebî eserlerle daha kolay buluşmasını sağlamıştır denilebilir. Bu yeni sanat dalı seyirciyi eğitmekle kalmıyor, aynı zamanda hoşça zaman geçirilen bir eğlence aracı olarak insanlara ayrı bir zevk veriyordu. Öyleyse artık kütüphaneleri süsleyen cilt cilt yazılı eserlerin pabucu dama mı atılıyordu?

Zamanla bunun böyle olmadığı, yani sinemanın yeni bir iletişim aracı olduğu, yeni bir anlatım biçimi olarak varlığını hissettirdiği fakat yazılı eserlerin yerini tam anlamıyla alamayacağı kısa sürede anlaşıldı. 

Söz gelimi, kameralar sayfalar boyu tasvir edilebilecek bir görüntüyü anında sahneye aktarabiliyordu ama insanın iç dünyasına ilişkin kitap sayfalarında yapılan ruh çözümlemeleri görüntüleme ile bire bir sahneye yansıtılamıyordu. Derin ruh burkulmalarını aktörün jest ve mimikleri ile anlatabilmekten başka çaresi yoktu ki, bu anlatım biçimi kitaba göre çok çok yetersiz kalıyordu.

Sonra sinema izleyicisinin ve kitap okuyucusunun iletişime girdikleri bu sanat dalları karşısında aldıkları tavır sorgulanmaya başlandı. Sinema izleyicisinin zihinsel faaliyetler bakımından kitap okuyucusuna göre daha edilgen bir tavır içinde olduğu yavaş yavaş benimsenir oldu. Kitap okuyucusu, tasvir edilen görüntüyü hayalinde canlandırmak zorundaydı.

Bu durum yazarla birlikte okuyucunun da üretime katılmasını gerekli kılıyordu. Ruh çözümlemelerinde ve yazar tarafından iletilen her türlü mesajın yorumlanmasında da okurun etkin bir rol alması gerekiyordu. Başka bir deyişle, okurun aldığı her türlü mesaj kendisinde var olan birikimle yorumlanıp yeni bir senteze tabi tutularak benimseniyordu. Yani, her edebî eser okur tarafından yorumlanırken âdeta yeniden yazılıyordu.,

Oysa sinema, izleyicisine her şeyi hazır sunuyordu. Bir kere görüntü ortadaydı ve izleyici görüntüyü canlandırmak, hayal kurmak zorunda değildi. Yönetmenin bakış açısı, olayları yorumlayış biçimi net biçimde belliydi ve çoğu zaman izleyicinin farklı yorumlar için çaba sarf etmesine gerek yoktu. Yani izleyici -bazı istisnalar dışında- tamamen pasif bir alıcı durumundaydı. İzleyici bir anlamda yönetmenin bakış açısıyla yetiniyordu.

Klâsikleri daha önceden okuyan kaç sinema izleyicisi hayal kırıklığına uğramamıştır. Victor Hugo’nun meşhur Sefiller romanı ilk gençlik yıllarımda okuduğum klâsiklerdendi. Bu eseri sinemada izlediğim zaman sonuç benim için tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Çünkü kahramanların yorumlanış biçimi benim hayalimde canlandırdığım ve yorumladığım kahramanlara hiç benzemiyordu. Aynı eserin –çizgi filmleri de dahil- birkaç sinemaya uyarlanışını izledim. Hiçbirisi bana kitabı okuduğum andaki hazzı veremedi.

Değişen dünya, çocuklarımıza yeni teknolojik imkânlar sundu. Otuz kırk yıl önce bir varmış bir yokmuş masalları ile büyüyen çocuklar artık bu gereksinimini –çok erken yaşlardan başlamak üzere- çizgi filmlerle karşılamaya çalışıyorlar. Elbette, masalların büyülü dünyaya karışarak kaybolup gittiğini söyleyecek değiliz. 

Aksine kitapçı raflarını sayısız masal kitapları süslüyor. Çocuklarımız o kitapları alıp okuyorlar. Ne ki, nineler torunlarına, anneler ve babalar çocuklarına artık eskisi gibi uzun kış gecelerinde masal anlatmıyorlar. Çocuklarımız her ne kadar masal okusalar da, birçok çocuğa çizgi film seyretmenin masal okumaktan daha cazip geldiği tartışma kabûl etmez bir gerçektir.

Masalların tahtını çizgi filmlere veya masalımsı sinema filmlerine bırakmasının çocukların ruhsal gelişimine etkileri üzerinde kesin tespitler yapmak şüphesiz ki araştırmacıların işidir. Ancak, kendi çocukluğumuzdan ve sinema ile yüz yüze masal anlatmanın üzerimizdeki psikolojik etkilerinden yola çıkarak öznel görüşlerimizi sıralamamız mümkündür.

Öncelikle masal anlatan kişi ile çocuk arasında sıcak bir iletişim kurulur. Bu iletişimin temeli karşılıklı sevgiye dayanır. Masal anlatma hem büyükler hem de çocuklar açısından bir rahatlama aracıdır. Masal anı birlikte hoşça geçirilen bir zaman dilimidir. 

Masalın yerine seyredilen, yine masallardan yola çıkılarak hazırlanmış çizgi filmler neticede mekanik bir teknoloji ürünü araçtan izlenir. Bu, çocuğun çevresindeki insanlardan kısa bir süre için de olsa kopması demektir.

Diğer taraftan, çocuğun okuduğu veya dinlediği masallarda bütün zihinsel faaliyetleri harekete geçmek zorundadır. Çünkü burada, çizgi filmlerde olduğu gibi çocuk edilgen değildir. Kendisine anlatıcı tarafından iletilen mesajları yorumlayarak hayal dünyasında canlandırmak zorundadır. Böylece düşünen, hayal eden, daha da önemlisi masal aleminde kendine göre bir dünya kurmaya çalışan çocuk vardır karşımızda. Bu yönüyle sözcükleri (mesajları) yorumlamaya çalışması bile çocuğun üretken bir çaba içine girdiğinin göstergesidir.

Mitoloji, destan, efsane ve masal gibi halk edebiyatı verimlerinin kökeni insanın ilkel dönemlerine kadar uzanıyor. İnsanoğlunun bilimde ve diğer kültürel alanlarda gösterdiği baş döndürücü gelişmeler bu verimlere olan ihtiyacı azaltmamıştır. Bu anonim ürünler, şekil değiştirip yeni kalıplara girerek varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Mitolojide, destanda ve efsanede en belirgin özellik olayların olağanüstü biçimlerde gelişmesidir. Gelişen olayların kahramanları da buna bağlı olarak olağanüstüdür. Mitolojide, destanda ve efsanede geçen olağanüstülüklere hem anlatıcısı hem de dinleyicisi inanır. Onların gerçek olup olmadıklarını çoğu zaman ne anlatıcı ne de dinleyici sorgular.

Cinleri, perileri, devleri, Kafdağı…. gibi unsurları ile masal türü de bu olağanüstülüğe eşlik eder.Ancak, diğer türlerdeki “inanma” unsuru masalda yoktur. Aksine, masalın girişi kabul edilen tekerleme bölümünde masal anlatıcısı, dinleyene anlatacağı masalın gerçeklerle ilgisi olmadığını açık açık söyler. Örneğin şu tekerlemelerde olduğu gibi; “Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” veya; “… Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik. Bir de baktık ki bir arpa boyu yol almışız…”

Tekerleme, anlatıcı ile dinleyici arasında gizli bir sözleşme gibidir. Anlatacı, masalın gerçek olmadığını kafiyeli hoş sözlerle anlatır, dinleyici de bunu kabul eder.

Masaldan hareket edilerek hazırlanmış olsa bile, çizgi filmlerle masalların ayrıldığı önemli noktalardan birisi de çizgi filmlerde bu kurmaca dünyaya işaret edilmemesidir. 

Çocuklar; devasa yaratıklarla dolu, istediği zaman uçabilen, uçamasa bile onlarca metre sıçrayabilen kahramanları hangi bakış açısıyla izliyor acaba? Mitoloji, destan veya efsane mantığı ile mi, yoksa masal mantığı ile mi?

Çocuğun çizgi film kahramanları ile özdeşleştiği, hatta ona özendiği bir gerçek. Muhtemelen çocukların çoğunluğu, filmlerin sanal bir dünyayı yansıttığının ayırdına varabiliyorlar. 

Ancak, basında çıkan üçüncü sayfa haberlerinden anlaşıldığına göre –ender görülen bir durum olsa da- çizgi filmlerin sanal dünyasının bazı çocuklarca gerçek dünya ile karıştırıldığı anlaşılıyor. 
Çizgi film kahramanı atom karınca ile özdeşleşen çocuğun üçüncü kat balkonundan kendisini aşağı bıraktığı haberi gazetelerde yer almıştı.

 Bu olay, (masalın tekerleme bölümünde olduğu gibi) işlenen olağanüstülüklerin gerçek dünyayı yansıtmadığına ilişkin formata uygun biçimde açıklama yapmanın zorunluluğunu ortaya koyuyor.
Çocuklarımız teknolojiyle gelen yeni anlatım biçimlerini (Çizgi film ve masalımsı sinema yapımlarını) elbette izleyeceklerdir. 

Hatta bu kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Ancak, gerek veliler ve gerekse eğitimciler, çocukların kitaplar yoluyla veya yüz yüze anlatılacak masallar aracılığı ile elde edecekleri kazanımların teknolojinin imkânları ile yüzde yüz karşılanacağı veya çocuğun bu yolla masal ihtiyacının giderilebileceği yanılgısına düşmemeleri gerekir. 

Gündüz çizgi film seyreden çocuğumuza uzun kış gecelerinde, yatmadan önce bir masal okumak veya anlatmak bu dengeyi korumak açısından faydalı olur, diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder