Sayfalar

10 Kasım 2012 Cumartesi

Yedi kocalı hürmüz ve iki yüzlü eşler


Yetişmiş olduğu kültür birikiminin öğretileri ile okullarda almış olduğu eğitim yapısının gerekleri sürekli birbiriyle çelişen insan yapımız tabi tutulduğu bu iki farklı yetiştirme tarzıyla dünya milletleri arasında nevi şahsına münhasır bir örnek arz eder.
Okullarımız ağırlıklı olarak batı kültürünün modern anlayışıyla insan yetiştirmeye çalışırken, kültürel mirasımız bize kendi kaynaklarımızdan gelen milli ve manevi birikimlerimizi işaret etmekte, kendi öz değerlerimiz ışığında nesil yetiştirmenin önemini vurgulamaktadır. Okullar daha çok somut yaklaşımlar öğretirken , kültürel değerlerimiz ise daha çok soyut hedefleri önümüze sermektedir.
Emsalini çok az yerde görebileceğiniz, birbiriyle çok zaman taban tabana zıt olan bu iki ayrı görüş doğrultusunda aynı anda şekillendirilen, hatta bazıları da  bu iki görüşün üzerine sempati duyduğu ideolojilerin prensiplerini de ekleyip referans kaynaklarını ikiden üçe çıkaran  insanımız ister istemez hayat yolunda vermiş olduğu kararlarda bu sahip olduğu farklı kaynakların telkinlerinin tesiri altında kalmakta ve bazı zamanlar ne yapacağına ,hangisine göre karar vereceğini de tam olarak  bilememektedir.
Hayat, birçok ünitenin sahibi adına bir araya geldiğinde almış olduğu şeklin adıdır. Aile hayatı, şahsi hayat, iş hayatı ve sosyal çevre hayatı oluşturan yaşam ünitelerine örnek olarak verilebilir. Bu haliyle hayat bir trene, yaşam üniteleri de bu trenin vagonlarına benzer. İnsan, mutluluğu bütün bu hayat ünitelerinde huzuru ayrı ayrı yakalamakla elde eder.
Nasıl vücudunun bütün organları görevini yapsa bile böbrekleri çalışmayan bir insana biz sağlıklı insan diyemeyiz, aynı onun gibi iş hayatında, sosyal yaşamında hayatın diğer bütün ünitelerinde huzurlu olsa aile hayatında mutlu olamayan insana mutlu insan demek mümkün değildir.
İnsanın her ünitede üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve gerekli kararları isabetli bir şekilde alabilmesi mutlu olabilmek için olmazsa olmaz şartlardandır. Alınan yanlış kararlar ve yerine getirilmeyen sorumluluklar insanın hem kendisini hem de o üniteye bağlı diğer fertleri sıkıntıya sokar.
İşte sıkıntı da tam burada başlar. İnsanın alacağı kararlar ve yerine getireceği sorumluluklar hayata bakış açısına, karar alırken benimsemiş olduğu prensiplere göre değişeceğine göre bu aşamada çocukluğundan itibaren sürekli birbirinden farklı  görüşlerin tesiriyle yetişin insanımız bu görüşlerden hangisi ile karar verecektir? Hangi kaynağın eğilimini öne çıkaracak, hangisini referans alacaktır?
Kişiler bazen okulda aldıkları eğitimin somut yaklaşımıyla, bazen de kültürün kazandırdığı soyut değerlerin tesiriyle, bazen de sahip olduğu ideolojilerin keskin hükümleriyle karar verir. Mesela modern yaşam anne babanın kendi çocuğu üzerindeki sorumluluklarını belli bir yaşa gelinceye kadar ortaya konulacak vazifeler olarak görmüş, büyük ölçüde de sınırlamıştır. Ama geleneksel yaşam, yani kendi kültür birikimimiz anne babayı çocuk üzerinde yaşı kaç olursa olsun süresiz ve hiç bitmeyen sorumluluklarla mükellef kılmıştır.
Başka bir örneği aynı madalyonun diğer yüzünden verelim. Modern yaşam çocuğun da anne babasına karşı olan sorumluluğunu kısıtlamış ,anne babanın evladına karşı göstermesi gereken anlayışı ve fedakarlığı bir sorumluluk olarak görmezden gelmiştir.
Yaşlanan anne babasının bakımını huzurevine kaldırmakla ödeyebileceğini evlada söylerken, kültür yapımız anne baba karşısında çocuğun hissetmesi gereken sorumluluk düzeyini en üst seviyede görmüş, ebeveyninin bakımını son nefesine kadar evlada yüklemiş bu hususta ebeveynlerini huzurevine kapatan evlatları sorumsuzlukla suçlamıştır. Örnekler daha da çoğaltılabilir.
Bazı insanların  kendilerine tesir eden bu farklı yaklaşım tarzları arasında denge sağlamak düşüncesiyle farklı tutumlar sergilediklerini görürüz. Mesela kişi aile hayatında geleneksel ve kültürel yapısını hakim kılıp  bu ünitede  soyut değerleri ön plana çıkarırken, bir başka ünitede  mesela sosyal çevresinde ise somut değerleri hakim kılmış ,faydacı bir anlayış benimsemiştir. Mesele şahsi hayatı organize etmek olunca da bu hayatı  kendi ideolojik değerlerine göre tanzim etmiştir.
Aile içerisinde sürekli verici ve fedakar davranan bu insan arkadaş grubunda oldukça bencil ve alıcı bir rol üstlenmiş, söz konusu olan şahsi hayatıysa bambaşka prensiplerle davranmıştır. Kendisine göre  yere , kişiye ,zamana  mahsus bir prensip geliştirse de farklı karakterlerin toplandığı bir kişilik yapısına bürünüp özellikle üniteler arası geçişlerde sıkıntı yaşamıştır. Bir insanın beş dakika önce farklı bir karaktere ,beş dakika sonra farklı bir karaktere bürünmesi kolay bir hadise değildir. Bu geçişler ruhta sıkıntı oluşturduğu gibi ister istemez  kafa karışıklığı  ve davranış karmaşasına da sebep olmaktadır. Bazen de kişi o anda aslında tasvip etmediği ama içinde bulunduğu ünitenin durumuna  göre kendi istek ve beklentilerine aykırı şeyler  söylemek ve talep etmek durumunda kalmaktadır. Yani zihin müktesebatı ayıplanmak korkusuyla doğru bulmadığı şeyleri doğruymuş gibi ifade edip, inanmadığı değerleri inanıyormuş gibi destekleyip, kendisini yakından tanıyanları hayrete düşürmektedir.
Mesela sürekli kendi menfaatlerinin ön plana çıkması gerektiğine inandırılıp bencilce yetiştirilen bir insanın yolu, hayatlarını toplum hizmetlerine adamış sosyal projeleri takip eden fedakâr insanlarla kesiştiğinde bu tip hizmetlerin önemine vurgu yapıp desteklenmesi gerektiğini, kendisinin de böyle projelerde görev almayı çok istediğini söylemesi gibi.
Yedi Kocalı Hürmüz ismiyle sahnelenen daha sonra film olarak da çekilen tiyatro oyununu izlemeyen veya duymayan çok az insan vardır. Oyunun kahramanı Hürmüz tam yedi ayrı karaktere ,kültüre, mesleğe hatta konuşma aksanına sahip erkekle birbirinden habersiz evlenmiş, hepsini bir arada idare etmeye çalışan ama hiç birine bağlanmayan, her birinden bir şeyler koparmaya çalışan ve bu sebeple her birine onun görmek istediği eş tipinin özelliklerini sergileyen  uyanık bir kadın kahramandır.
Bu oyunu her ne kadar sergilerken insanları güldürmek düşüncesiyle, kurgu mübalağa üzerine kurulmuş olsa da şu an toplumumuzda insanlarımızın yaşadığı iletişim sıkıntısını ifade adına Yedi Kocalı Hürmüz ün durumu  güzel bir örnektir.
Farklı kaynakların birbirine aykırı telkinleriyle bocalayan insanımız, yere, zamana, şahsa, o an ki keyfine, bazen de hiçbir kritere tabi olmadan çoğul kişilik bozukluklarında olduğu gibi kılıktan kılığa girmekte şekilden şekile bürünmekte ve  hayat felsefesi olarak da “İstediğini yap, ama yapmış olduğun şeyi temellendirecek bir dayanak ta bul.” yaklaşımıyla omurgasız bir canlı havası vermektedir.
Evlilik hayatının en büyük düşmanlarından olan yalan ve sadakatsizlik işte bu omurgasız insanların işidir. Hem eşine hem de eşini aldatmış olduğu insana aynı yalanları söyleyip her ikisine karşı benzer duyguları beslediğini ifade eden, evlilik ahlakından nasipsiz bu insanlar yapmış oldukları yanlış davranış ortaya çıktığında, herkesin aynı yanlışı sürekli yaptığını söyleyip, ilkesiz insanları örnek göstererek, kendi yanlışına kabul edilebilirlik kisvesi giydirip hesaba çekilmekten kurtulma telaşına düşmektedirler. 
Tabiri caizse, yanında birçok maske taşıyan ve karşısındaki insana göre çehreye bürünen, yalnız başına kaldığı zaman gerçek yüzünü gösteren insanlar yedi Kocalı Hürmüz gibi birçok insanı kendi elinde tutmaya çalışmakta, ama Hürmüz’ün kocalarını elinde tutmaya çalışırken yaşamış olduğu sıkıntıdan çok daha fazlasını ruhunda yaşamaktadırlar.  Bu kararsız duruşu dışarıdan seyreden insanlar bu hususu iki yüzlülük olarak nitelendirmektedir.
Her ne kadar nitelendirmede haklılık payı olsa da tek suç kararsız davranışı gösterende değildir. Kendi kültür özelliklerini yansıtan eğitim programları üretmeyen ,bir başka kültüre ait insan yetiştirme programlarını alıp ihtiyacı karşılayıp karşılamayacağına bakmadan neslimize dayatan yetkililerde yaşanan bu karmaşadan mesuldürler.  İnsan aklını bir gemiye, referanslarını bir kaptana benzetecek olursak birden fazla kaptanın tayin edildiği bir gemide karmaşa  çıkması elbette kaçınılmazdır.
Psikoloji bilimi, insanın inanmış olduğu prensiplerin aksine davranış sergilemesinin bir çatışma olduğunu, onda ruhsal gerginlik oluşturacağını, bu davranışların çokluğunun önce stres sonra depresyon getireceğini söyler.
Yaşadığımız zaman diliminde geçmişe nispeten bu kadar çok stresin ve depresyonun olmasının sebeplerinden birisi de ilkesiz insanların çoğalmasından kaynaklanmaktadır.
Hayatı, ister almış olduğu somuta dayalı eğitim, ister soyut değerlerin ağırlıklı olarak ön plana çıkarıldığı kültürel birikimler ya da kendi ideolojisinin beklentileriyle hangisi olursa olsun herhangi biriyle yorumlayan bir insan hepsiyle beraber yorumlamaya çalışan insandan daha huzurlu yaşayacaktır.
Kendisine hayata hazırlama görevi verilmiş olan okullarımızın, öz değerlerine yabancı insan yetiştirme konusunda gösterdiği ısrar devam ettikçe  kendi kültüründen kopan insanı meyve olarak vermeye devam edecektir. İlim sahibi olmanın kendi kültürünün milli değerleriyle  ters düşmeyi gerektirdiğini düşünmek okuyan kesimimizin bir çoğunda hakim olmuştur.
Anne babasından farklı, kendi kültürel mirasından utanan ama temsil ettiği statülerle milli emaneti taşımaya aday bu sözde aydın kesim söz sahibi olduğu hususlarda milletçe ayrışmanın içerisine düşebileceğimiz politikalar üretmektedir.
En az üç bin yıllık birikimiyle Türk kültürü dünyanın en kadim medeniyetlerinden birisidir. Bu üç bin yıllık geçmişte atalarımız  bugün bizim utanacağımız hiçbir yanlışa imza atmadıkları gibi tarihin her döneminde milletler arası problemlere de çözüm yolu üreten mümtaz yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bugün çözemediğimiz problemlerin birkaç katı büyüklükteki problemleri çok kolay bertaraf etmiş, günümüz meselelerine de  çözüm adına asırlar öncesinden reçeteler sunmuştur. 
Bize kasten empoze edilen aşağılık kompleksiyle  küçük gördüğümüz milli ve manevi dinamiklerimiz aslında en büyük zenginliğimizdir. Asrımızın somut değerleri, geçmişimizin soyut değerleriyle insanımızın algılaması gerekli düzeyde kıvam haline getirilip okullarımızda öğrencilerimize sunulmalı, kafa karmaşası içerisinde olmayan, vermiş olduğu kararların (sahip olduğu referansların sıhhatine binaen) doğruluğundan şüphe etmeyen, stresten ve depresyondan uzak içi dışı bir olan nesiller yetiştirmek milletçe görevimiz olmalıdır.
Nasıl ki bir gökdeleni yaparken kullanacağınız malzemenin ağırlığından tutun da kazacağınız temelin derinliğine kadar birçok hususu çok büyük ihtimamla hesaplar ve ona göre hazırlık yaparsınız, hiç bir şeyi muallakta bırakmaz, iyi bir planlamadan sonra inşaat safhasına geçersiniz. İnşaat safhasında ise  bu planlara harfiyen riayet eder, kurallar ne ise ona hassasiyet gösterir, azami dikkatle davranırsınız .İnşaat safhasında birden fazla planlama ya da aynı planı birden fazla yorumlama asla söz konusu olamaz. İşte aile hayatımızı tesis ederken de ciddi ve birbiriyle  uyumlu prensipler üzerine bu hayatı tesis etmeli ve başta tespit edilen prensiplere  evlilik hayatında eşler karşılıklı olarak uymalıdır.
Çok basit konularda bile -mesela bir kısım oyunlarda- insanların hangi kurallara riayet edeceği net ve kesin kaideler üzerine bina edilmiştir.
Farklı yorumlara izin verilmez. Oyun kurallarını kendine göre yorumlayan insanların oyuna devam hakkı ellerinden alınır. Nasıl futbol, basketbol, tavla gibi oyunlar ilkeler doğrultusunda oynandığında anlam kazanıyorsa evlilik hayatı da belli ilkeler ışığında yorumlandığında mana kazanır.
Evlilik hayatı ilkesizce yaşanabilecek bir hayat olmadığı için, zihninde ahlaki standartları birden fazla olan insanların taşıyabileceği bir yük  değildir. Bu hayat kendi mensuplarından çelik gibi sapasağlam ilkeler ve bu ilkelere azami riayet ister.

ARİF ÖZUTKU
MANAVGAT SEMA KOLEJİ REHBER ÖĞRETMENİ
AİLE DANIŞMANI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder