Sayfalar

29 Kasım 2012 Perşembe

Çocuk ve ergen suçluluğu



Suç, tarihin ilk çağlarından itibaren yüzyıllar boyunca toplumların korku ile karışık ilgilerini yönelttikleri, nedenleri üzerinde durdukları ve karşı önlemler aldıkları toplumsal bir sorun olmuştur. Suç evrensel bir olaydır. Tarihin en eski devirlerinde beri vardır ve var olmaya devam edecektir. Durkheim suçu "toplum halinde yaşama şartlarına yönelmiş her türlü saldırıdır" diye tanımlar
Çocuk suçluluğu Türkiye dahil bütün ülkeleri yakından ilgilendiren , suç işleyen çocukların kendilerine , ailelerine, suçu işledikleri hasım taraflara , suçun işlendiği yöreye ve topluma zarar veren çok önemli sosyal bir sorundur.
Her ne kadar, Ceza Hukukunda "yasanın cezalandırdığı hareket suçtur" diye tanımlansa da , bu kavram çocuk ve genç suçluluğunda bu kadar basit değildir. Çünkü çocuklar tarafından işlenen suçlar gerek tür, gerekse nedensellik açısından yetişkinlerinkinden farklıdır.
Küçük yaşlarda hemen tüm çocuklar küçük suçlar işlerler. Ancak bu, onların ileride de suç işleyecekleri anlamına gelmez.
Zihinsel, fiziksel ve ruhsal yönden tam bir olgunluğa erişmemiş, toplumsal rol ve görevlerini öğrenmekte olan, doğal dürtüleriyle çelişen kurallara neden uyulacağını yeterince anlamayan ve henüz asosyal olan çocuk, gelişim süreci içinde toplumsallaşır ve çevreye uyum sağlar.
Her ne kadar ergenlik, psikiyatrik bozukluklar (hiperaktivite gibi) , bazı kalıtsal etkenler ve beden kusurlarının çocuk suçluluğunda etkili olabileceği teorileri destek görüyorsa da, günümüzde daha çok çevre faktörlerinin etkili olduğu kabul edilmektedir.
ÇOCUK VE ERGENİ SUÇA İTEN NEDENLER
  • Sevgi yoksunluğu ,
  • Yanlış veya eksik eğitim,
  • Baskıcı disiplin yöntemleri ,
  • Çocuk istismarı,
  • İç ve dış göçlerin oluşturduğu kültür çatışmaları ,
  • Gecekondulaşma,
  • Yöresel gelenek ve görenekler,
  • Ekonomik bunalımlar,
  • Çocuğun çalışmak zorunda kalması,
  • Parçalanmış aileler,
  • Ailede suçlu birey örnekleri
  • Kitle iletişim araçlarındaki şiddet ve suçlarla ilgili programlardır.
ÇOCUK VE ERGEN SUÇLULUĞUNU ETKİLEYEN SOSYAL FAKTÖRLER
YAŞ :
Çocukluktaki suçluluğu yetişkin dönemi suçluluğundan ayıran en önemli özellik; hızlı bedensel ve psikolojik gelişmelerin görüldüğü , aynı zamanda impuls kontrolünün yetersiz olduğu , problemli evre olarak da adlandırılanergenlik dönemine rastlamasıdır. 
CİNSİYET:  
Cinsiyet ile suç ilişkisi ele alındığında bütün toplumlarda kadınların suç işleme oranlarının erkeklerden düşük olduğu görülmektedir. Batıda erkek çocuklarında suçluluk oranları kızlara göre fazladır. Ülkemizde de suç işlemiş erkek çocukları kızlara göre bir hayli yüksek orandadır. Hemen hemen suç işleyen çocukların % 95 inden fazlası erkektir. Toplumumuzun sosyal yapısı nedeniyle erkek çocuklar evleri dışında daha serbest olabilmekte, üzelerindeki aile denetimi daha az olmakta, çeşitli arkadaş gruplarına katılıp antisosyal faaliyetler ve suç işleyebilmek için daha kolay zemin bulabilmektedirler. Ancak sanayileşen toplumda kadın suçluluğunun da artmakta olduğu belirtilmektedir.
SUÇ TÜRLERI:
Çocuk suçluluğu içinde ilk sırayı hırsızlık almaktadır. Bunu yaralama suçları izlemektedir. Büyük şehirlerde hırsızlık suçu oranları çok yüksektir. Küçük şehirlerde de hırsızlık ilk sırayı almasına  rağmen oranı düşmekte, yaralama suçu oranı artmaktadır.
Gizli suçluluk kavramı da kriminologları meşgul eden bir sorundur. polisçe yakalanan suçlular gerçek suçluları yansıtmamaktadır.  İngilterede  işlenen tüm suçlardan yalnızca % 15 inin , bazısı ise % 25 inin resmi kayıtlara geçtiğini savunmaktadır.  Kimi zaman suçlu kişi şans eseri kurtulabilmektedir. Her tutuklu da suçlu değildir.
Ülkemizde, Büyük şehirlerde çocuklar arasında %70 leri bulan hırsızlık suçunun hepsi adli makamlara yansımamaktadır. Gerçekte hırsızlık oranlarının çocuk suçluluğunda % 90 lara vardığı tahmin edilmektedir.
Adli makamlara yansıyan ve büyük şehirlerde  diğer çocuklar arasında % 65-70 i bulan hırsızlık oranının; okuma yazma bilmeyen çocuklar arasında % 80 nin üstünde olduğu görülmüştür.  Evsiz (bimekan) olan çocuklarda bu oran % 90 lara varmaktadır.
Hüküm giymiş ve cezası tecil edilmemiş çocuklar arasında, ıslahevlerinde yapılan çalışmalarda hırsızlığın alt sıralara düştüğü görülmektedir. Cezası, yaralama, cinayet, cinsel saldırı suçlarına göre az olan hırsızlık suçlarında genellikle çalınan materyalin değerinin az olması (TCK, madde-145) ve yaş küçüklüğü nedeniyle de çifte indirim söz konusu olmakta  ve cezalar tecil edilmektedir. Hırsızlık gibi mala yönelik suçlarda mahkumiyet kararı genellikle suçun tekrarlandığı durumlarda verilmektedir.
Çeşitli çalışmalarda dikkati çekilen bir nokta; mala yönelik suçlarda özellikle de hırsızlıkta yüksek tekrar oranları belirlenmesi; mala karşı suç işleyenlerde pişmanlık duygusundan yoksunluk, aldırmazlık ve antisosyal davranışlar görülmesi, buna karşın kişiye yönelik veya cinsel suç işleyenlerde daha çok suçluluk duygusuna rastlanmasıdır.
Ülkemizde adam öldürme, yaralama ve ölürmeye teşebbüs gibi cana yönelik suçların nedenlerinin daha çok
kan
davası, arazi ve hayvan anlaşmazlığı, namus temizleme gibi sosyal içerikli sorunlar nedeniyle gerçekleştiği belirtilmektedir. Özellikle bazı yörelerde yaş küçüklüğü nedeniyle ceza sorumluluğunun azalması nedeniyle cinayetlerin bir kısmı çocuklara işletilmektedir.
Cinsel konulara konulan sosyal yasaklamalar, karşı cinse tabu gözüyle bakılmasının yanı sıra cinsel tutumlardaki çelişkili standartlar, ergeni homoseksüaliteye, hayvanlarla cinsel ilişkilere yada saldırganca heteroseksüel ilişkilere yöneltebilmektedir.
Heteroseksüel tipte suçların bir kısmında ise evlenme amacı bulunmakta, bu durumda suç davranışı aslında sosyal baskı, geleneksel kurallar ve ekonomik zorlamaların (başlık parası gibi) oluşturduğu bir durum olmaktadır.
Ergenlik çağının başlangıcı olan puberte, artan hormonal faaliyet ile birlikte hem bedensel hemde cinsel gelişimin hızla ortaya çıkışının bir belirtisidir. Bu yıllarda artan içgüdüsel istekleri dizginleme, uygun bir biçimde kanalize edebilmeyi sağlayacak ruhsal olgunluk henüz gelişmemiştir. Dolayısıyla cinsel suçların, puberteyi izleyen  2 yıl içinde daha sık görülmesi kültürümüze özgü sosyal değer yargılarıyla birlikte, ergenlik dönemi psikososyal değişiklikleri ile ilişkili olabilir.
Cinsel suçların oranlarında şehirler arasında fark bulunamamıştır. Küçük yerleşim birimlerinde seksüel suçların önemli bir kısmı adli makamlara yansımamaktadır. Yöresel gelenek ve görenekler çerçevesinde bu tip suçlar ya evlilik gibi aileler arası anlaşmalarla, ya da mağdur tarafın bu tip suçları kendilerinin cezalandırmaya kalkması ile sonuçlanabilmektedir.
Çocuklarda keyif verici madde kullanma olaylarına  rastlanmakta ve bunlar basına yansımaktadır. Özellikle sokaktaki kimsesiz çocukların alışkanlık yapan çeşitli ilaçlar kullandıkları belirlenmiştir.
SOSYOEKONOMİK DÜZEY:
Çocuk ve ergen  suçluluğu ile ilgili yapılan çalışmalarda genelde aile gelirinin düşük olduğu görülmüş, suç ile yoksulluk arasında önemli bir ilişki saptanmıştır. Düşük ekonomik düzey suça yönelten tek neden olmasa da, suça elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Özellikle çocuğun ihtiyaçlarının karşılanamaması ve yarı açlık durumu suçlara zemin hazırlamaktadır.
Ancak, ekonomik düzeyin yükselmesi ile  suç işleme azalsa da, ortadan kalkmamakta ve suçun niteliği değişmektedir. İsveç ve İngiltere’ nin sosyo ekonomik düzeyi yüksek bölgelerinde olduğu gibi "meşin ceketliler" denilen asi gençlik çetelerine rastlanabilmektedir. Son yıllarda ülkemizde de büyük şehirlerimizde bu tür gençlik çetelerine rastlanılmakta ve bunlar basına yansımaktadır.
Tehlikenin en büyüğü ebeveynin sevgi, şevkat ve bakımından yoksun olmaktır. Hırsızlık yapan çocuk bu yolla maddi gereksinimlerini gidermekten çok ailenin ve okulun denetiminden uzak kalmanın verdiği bir başıboşlukla suça yönelmekte, sevgi ve sevecenlik eksikliğini gidermek için bu yola başvurmaktadır.
ÖĞRENİM:
Çocuğun ilk sosyal deneyimleri elde ettiği yerler, okullardır. Suç işlemiş çocuklar, ailenin eksikliğini giderecek, denetlemeyi  ve toplumsallaşmalarını sağlayacak okul olanaklarından da yeterince yararlanamamışlardır.
Yapılan çalışmalar eğitim düzeyi düşük olan çocukların şiddet içeriği fazla olan suçları daha fazla oranda işlediklerini göstermiştir.      Çocuğun eğitim düzeyinin düşük olmasının yanı sıra, suç işlediği esnada genellikle  okulla ilişkisinin kesik olduğu dikkat çekmektedir.
ÇALIŞMA:
Yapılan bir çalışmad,a  suç işledikleri iddiasıyla yargılanan çocukların  % 64.2 sinin herhangi bir işte çalıştıkları  belirlenmiştir. Çocukluklarını yaşayamayan bu çocuklar iş yerinde yeterli beslenme ve bakımdan yoksun olarak çalışmaktadırlar. Çalıştıkları ortamda kötü alışkanlıklar kazanabilmektedirler.
ARKADAŞ GRUBU:
Suç işlemede arkadaş çevresinin rolü de önemlidir Çevreyle iletişimin iyi kuramayan çocuklarla, otoriteye baş kaldırma eğilimi gösteren çocuklar belirli bir arkadaş grubuna katılmakta, bu grupta sosyal kabul görme ve bir statü sahibi olabilmek için grup dayanışmasına gereksinim duymaktadırlar.
Bu beraberlik zaman içinde ergenlik çağının özelliklerinin de etkisiyle bir suçluluk çetesine dönüşebilmektedir. Kolay etki altında kalabilen ve otoriteye baş kaldırma yolunda çetesinden güç bulan bu çocuklar kural dışı davranmakta, yasaklara karşı gelmekte  ve toplum tarafından suç sayılabilecek hareketler yapabilmektedirler.
Suç işleyen çocukların, arkadaşları arasında suçlu , sosyopat ve alkol kullananların çoğunlukta olduğu belirlenmiştir. Ergenlik döneminin kendini arama ,kurulu düzene baş kaldırma, çelişkiler ve belirsizlikler içinde bulunma şeklinde özetlenebilecek bazı özellikleri, gençte onu destekleyecek, değerlerini paylaşacak  ve bir ölçüde de özdeşleşebilecek bir arkadaş grubu özlem ve ihtiyacını doğurmaktadır. Katıldığı grupta suçlu gençlerin oluşu sonuçta onun suça yönelmesine yol açabilmektedir.
Geçmiş yıllarda ülkemizde örgütlü suçlara ve antisosyal faaliyetlere yönelik gençlik çetelerine  düşük oranda rastlanıldığı belirtilmesine rağmen son yıllarda gruplar halinde suç işleme oranlarının arttığı belirlenmiştir.
Çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan çalışmalarda  özellikle mala yönelik suçlarda gruplar halinde suç işleme oranlarının % 50 lerin üstüne çıktığı görülülmüştür.
Okuryazar olmayan çocuklarda toplu halde suç işleme oranı % 60 lara dayanmaktadır. Okuryazar olmayan çocukların çevreyle uyum sağlamaları daha güç  olduğundan sosyal dayanışmaya ve bu tip arkadaş gruplarına ihtiyaçları daha fazla olmakta ve toplu suç işleme eğilimleri diğerlerine göre artmaktadır. Yine küçük yerleşim birimlerinden büyük şehirlere göç etmiş çocuklarda da sosyal dayanışma ihtiyacının fazla olması nedeniyle daha yüksek oranda gruplar halinde suç işleme oranı tespit edilmiştir.
Büyük şehirlerde son yıllarda çocuklardan oluşmuş gasp çetelerine rastlanmakta ve bunlar basına yansımaktadır.
Ergenin ailesine olan bağlılığını redederek özgür olma çabası sırasında bir akran grubuna katılarak ona zorunlu hissettiği bir uyum gösterebileceği belirtilmiş ve buradan yola çıkarak bu gençlerin çete grupları içinde suç işleme yönünden sosyalleşebilecekleri öne sürülmüştür (Bandura ve Walters)
İKLİM:
Çalışmalarda çocuk suçluluğunun mevsimler ve iklim faktörleriyle çocuk suçluluğu arasında en azından şehirlerde bir bağıntı kurulamamıştır.
KENTLEŞME:
Tönnies , Durkheim, Burkley ,Tarde gibi bilim insanları şehirleşmenin suçu arttıdığı kanatine varmışlardır. Şehirleşme ile sosyal kontrol mekanizması işlevini yitirmektedir. Şehirde kimse birbirini tanımadığı için suça elverişli ortam oluşmaktadır. Şehirleşmenin suç oranlarını arttırdığını söyleyen Durkheim den sonra Sutherland ve Cressey ,Borners ve Teeters , Shaw ve McKay şehirlerde suçluluğun genel özelliklerini incelemiştir.
Ülkemizde de kentleşmenin hızlanmasıyla geleneksel kız kaçırma, kan gütme gibi suçlar azalmakta; hırsızlık gibi mala yönelik suçlar artmaktadır.
Genellikle suçun köy ve küçük şehirlere göre büyük şehirlerde daha fazla işlenmekte olduğu saptanmıştır.
Şehirleşmeyle özellikle cebir şiddet suçları azalırken mala yönelik suçlar artmaktadır.   Büyük şehirlerde kazanç sağlayan mala yönelik suçlar için olanaklar ve suçların gizli kalması olasılığı daha fazladır. Ayrıca toplum baskısı iyice azalmıştır. Bu yüzden kent yaşamında suçluluk oranları daha fazla olmakta, küçük yerleşim birimlerinde ise polisin daha az etkili olmasına rağmen daha az miktarda suç oranına rastlanmaktadır.
Yapılan çalışmalarda suçluların daha çok şehirde yaşayıp şehirde suç işledikleri görülmüştür. Kırsal kesimde daha çok ilk kez suç işleyenlere rastlanıldığı halde , büyük şehirlerde suç tekrarı oranları fazla olmakta ve daha çok mala yönelik suçlarda görülmektedir.
İÇ GÖÇLER VE GECEKONDULAŞMA:
Organizmayla çevre arasındaki ilişkileri inceleyen "Ekoloji" her ne kadar biyoloji bilimine ait bir kavramsa da , artık Kriminolojide de kullanılmaya başlamıştır.  Kriminoloji "suçluluk bölgeleri" adı altında  harita metodunu uygulayarak suçun yer itibarıyla dağılışını tesbit eder, suça yönelten faktörlerden biri olan suçlunun içinde bulunduğu ortamın analizini yapar.
Ekoloji teorileri belli fenomenlerin dağılımını ve çevreleriyle ilişkilerini inceler. Ekoloji ile uğraşanlar suçu, çevrenin değişimi ile birlikte ortaya çıkan sosyal değişmenin bir fonksiyonu olarak açıklamaya çalışır.
Şehrin ekolojik yapısı nüfus, teknoloji ve ekolojik düzenlemelerden oluşur. Kültürel özellikleri ve yaşam tarzları ise o şehrin toplumsal yapısını oluşturur. Sosyal ekoloji teorisyenleri; yoksulluk oranları , nüfus değişmeleri , yerleşim yerinin özellikleri , sosyal eşitsizlik ve göreli rahatsızlık gibi makro düzeyde değişkenlerle ilgilenmektedir.
Ekoloji ve suç ile ilgili olarak yapılan çalışmaların başlangıcı
1800'
lü yıllara, özellikle 1840 yılında İngilterede yapılan çalışmalara dayanır. 1856 yılında Turner gençlik suçluluğunun çocuk çetelerinde hakim olan arkadaşlık duygusunun yarattığı birlik bilinci sonucu ortaya çıktığını, bunun Londra için özel problemler yarattığını söylemiştir. Endüstri devriminden sonra şehirlerin hızla büyümesi şehir çehresinde değişimler yaratmıştır. Ekoloji-suç ilişkisini inceleyen araştırmalara 1920-30lardaki
Chicago
çalışmaları , 19.yy da Guerry nin Fransada ,Quetelet in Belçikadaki çalışmaları örnek verilebilir. Guerry yaptığı çalışmalarda , şehirlerde suç bölgeleri olarak adlandırılan , yüksek oranda suç işlenen bölgelerde mala karşı suçların yoğun olduğunu göstermiş,
Paris
gibi endüstreleşmenin yoğun olduğu şehirlerde,limanlarda özellikle potansiyel suçluların artma eğiliminde olduğunu belirtmiştir.
Ekonomik , sosyal veya siyasal nedenlerle bireylerin yer değiştirmesine "göç" denir. Göçler geçici yada daimi olmaktadır. Aynı ülkenin bir bölgesinden diğer bölgesine yapılan göçlere "iç göç" denilmektedir
Endüstri gelişmesi yüksek düzeye ulaşmış ülkelerde nüfusun büyük oranı sık sık yer değiştirmektedir. Yer değiştirmeler aileler, özellikle küçük çocuklar ve yaşlı kimseler için çoklukla baskı nedeni olmakta, çoğu zaman yeni bir çevreye uymakta ve yeni dostlar edinmekte  zorluk çekmektedirler.
İç göçler beraberinde bazı sosyal sorunlara neden olmaktadıır.  Bu süreç içinde artan gecekondulaşma, kentsel hizmetlerin aksaması, işsizlik,  göçedenlerin  topluma uyumsuzluğu, şehir kültürüne yabancılık ve kültürler arası çatışma gibi sorunlar yaşanmaktadır .
1950'li  yıllardan itibaren sonra hızlı nüfus artışı , tarımda makineleşme,  toprak dağılımının düzensizliği ve şehirlerde iş imkanlarının artışı ülkemizde şehre göçü arttırmıştır. Şehre göçte daha konforlu hayat sağlama, şehirlerin eğlence merkezi olması gibi faktörlerde etkili olmasına karşın  ana etken ekonomik sorunlardır.
Esasında toprağa ve doğum yerine bağlı muhafazakar köylünün yerinden göçüşü, bulunduğu yerdeki imkan sınırlılığı karşısında şehirlerin gittikçe daha cazip bir görünüş kazanması nedeniyledir.  Şehirlerde iş imkanı göreli olarak daha fazladır. Şehre göçte daha konforlu hayat sağlama, şehirlerin eğlence merkezi olması gibi faktörlerde etkili olmasına karşın  ana etken ekonomik sorunlardır.  Son yıllarda ardarda gelen göçük, heyelan, deprem, sel gibi doğal afetler  ve Güneydoğu sorunu da  köyden kente göçü arttırmıştır.
Endüstrileşmenin şehirleşmeye oranla ağır temposu, şehirlere akan iş gücünü işletmelerin emmesini engellemektedir. Bu nedenle şehre göç edenler, belli bir ihtisasa dayanan endüstri alanından ziyade geçici, ihtisas istemeyen hizmetlerde istihdam olmakta, marjinal sektör denilen seyyar satıcılık, ayakkabı boyacılığı ve kapıcılık faaliyetleri gibi  prodüktiv olmayan işlerle uğraşmaktadırlar.  Bu durum ayrıca açık işsizliğe ve kırsal kesimden kentlere gelen genç becerikli atılgan unsurların yerinde kullanılamaması sonucu  "sosyal erozyon" a neden olmaktadır.
Endüstrileşmeye dayalı sağlıklı şehirleşmede planlı bir şehir gelişimi olurken, kırsal alanda endüstrileşmenin gerekli büyümeyi gösteremediği ülkelerde ise ihtiyacı aşan bir yükseklikte ve dağınık, düzensiz kentleşme olmaktadır. Ülkemizin ekonomik ve sosyal yapısı bu göçü kaldıramadığı için Türkiye’nin şehirleşmesine "aşırı şehirleşme", "çarpık şehirleşme" gibi isimler verilmektedir.
Kırsal alandan kente gelenler eski davranış ve alışkanlıklarını, örf ve adetlerini de getirmektedirler. Şehrin kültürüyle birleşip yeni bir kültür oluşturmaktadırlar. Göç edenlerin bazıları şehirle bütünleşirken bazıları şehirde ayrı gruplar meydana getirmektedirler.
Gelenek ve göreneklerin uymayışı nedeniyle kent değerlerini yadırgayan ve zaman zaman şehirle çatışan kendine has bir gecekondu kültür çevresi oluşmuştur. Göç edenlerin şehirleşmesi yani şehre entegrasyonu için çok uzun zaman gerekmektedir. Bunun yerine sadece gelenlerin intibakı söz konusu olmuştur. Bütünleşme (entegrasyon) topluluktaki mevcut müesseselerin bir bütün teşkil edecek şekilde birbirini tamamlama durumudur. Şehre intibak ise , göç edenlerin şehirle bütünleşmeleri değil, şehirle sürekli ilişki kuracak kadar uzlaşma içinde olmalarıdır.
Sahte kentleşmenin getirdiği yetersiz imkanlar ve anomi (düzensizlik, karmaşa) suç işlemede etken olabilmektedir.
Şehirli bürokrat hayat tarzına ve düşünce yapısına  aykırı göçmeni hor görmekte ve şehre gelmesinin engellenmesini istemektedirler. Göç edenler bürokratik teşkilatların yapısı karşısında yönetime yabancılaşmakta, devlet dairelerinde işlerini yürütememektedirler. Bürokratlarda yeterli ilgi vermemektedirler. Bu yüzden tanıdık memur bulmaya, rüşvet, torpil gibi yöntemlerle güçlükleri aşmaya çalışmaktadırlar.
Göç nedeniyle kültürel farklılıklar düşmanlık ve gerginlik meydana gelmektedir.
Kültür çatışması en çok genç kuşakları etkilemektedir. Kente ailesiyle birlikte ya da tek başına gelen çocuk yeni çevresinde farkına vardığı heyecanlı, serüvenli ,renkli bir hayatı düşleyecek ve elde etmeye çalışacaktır.  Kentte kavuşacağını sandığı eğlence, macera, şöhret ve zenginliğin beklentisinin yanında yetersiz eğitim ve yetenek eksikliği gibi nedenlerle arzuladığı iş ve geleceği elde edemeyeceği düşüncesine kapılan  çocukların, kentte değişen geleneksel aile törelerinin çocuğu koruyan yaptırım gücünün zayıflaması, ailenin sosyal kontrol fonksiyonunu yerine getirebilecek başka kurumların olmaması nedeniyle suça daha kolay yönlenebilecekleri olasılığı büyüktür.
Yapılan çalışmalarda sosyoekonomik düzeyin düşük, kırsal kesimden göçlerin ve gecekondulaşmanın yoğun olduğu şehir bölgelerinde suç oranlarının, şehrin diğer bölgelerine göre yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu çocuklar kendi oturdukları semtlerin yanı sıra, şehrin sosyoekonomik yönden gelişmiş semtlerine ya da garaj çevresine gelerek burada da suç işlemektedirler.
Küçük yerleşim birimlerinde suç işleyenlerin çoğunluğunu aynı bölgede doğmuş kişiler oluşturduğu halde, büyük kentlerde  suç işleyenlerin büyük çoğunluğunu kırsal kesimde doğup sonradan şehre göç etmiş kişiler oluşturmaktadır.
Geçimini tarımdan sağlayan ve kırsal alanda yaşayan kesimdeki hızlı nüfus artışı ve tarımsal makinalaşma ile kentlerdeki sanayileşme nedeniyle
1950’
lerden bu yana köyden kente göç olgusu artmıştır. Bu nüfus artışının doğurduğu konut yetersizliği özellikle seçim dönemlerinde oy kaygısıyla göz yumulması nedeniyle gecekondulaşmaya, plansız ve sağlıksız bir kentleşmeye sebep olmuştur.
Daha iyi yaşama özlemi içinde şehre göç eden aile geldiği yerde   tam olarak umduğunu bulamamakta, şehirde yeni ve katlanılması güç sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır.
Örf ve adetlerine sadık, kapalı ve özel bir toplumsal yaşam biçimine sahip gecekondunun çekirdek ailesi geniş kırsal aileden de, kentin modern çekirdek ailsinden de farklı bir kültüre sahiptir. Göç ettiği şehire uyum güçlüğü içindedir. Özellikle işsizlik ve yetersiz gelir düzeyi bu uyumu daha da zorlaştırmaktadır. Kentin insan yaşamını kolaylaştıran konforunun çekiciliğine özenmekte, ancak kentteki gelenek ve göreneklerin kırsal kesimdekilere uymaması nedeniyle aynı zamanda kent değerlerini yadırgamaktadır. Erkek otoritesini yitirmekten korkmakta, kadın ve çocuklar daha bağımsız olmak istemektedirler. Bu kültür çatışması en çok genç kuşakları etkilemektedir.
Kent yaşamına hazır olmayan çocuklar, bir yandan da dışarıdan göç edenlere karşı kentlilerin önyargıları yüzünden soyutlanmaktadır.
Bu uyumsuzluklara tepki olarak  kendini kanıtlama, kentli yaşıtlarına özenme ve otoriteye baş kaldırma gibi etkenler çocuğu suça yöneltmektedir. Toplumsal yalnızlık çeken ailede çocuk suçluluğu çoğunlukla bir baş kaldırma ve çevreye karşı çıkma girişimi olarak belirmektedir.
Aynı şehirlerden gelen ailelerin genellikle aynı semtlerde oturmayı tercih ettikleri görülmektedir. Bu aileler kentte toplumsal yalnızlıktan ve uyumsuzluklardan daha az etkilenmek amacıyla akrabaları ya da hemşehrilerinin oturdukları yerleri seçmekte, kırsal kesimdeki kadar yoğun olmasa da  toplumsal dayanışmayı sağlamak istemektedirler. Göçlerin ve gecekondulaşmanın büyük şehirlerde sosyal gerilimlere, sosyal gruplar arası çatışmalara sonuç olarak çocuk suçlarının özellikle mala yönelik suçların artmasına neden olduğu belirtilmektedir. Kentlerdeki yaşam koşullarının zorluğu etraflarını saran gecekondu bölgelerine yansımaktadır. Geleneksel aile çevreye direnemez olduğunda gevşeme ve serbestleşme olmakta , bunu hisseden çocuğun ilk tercihi sokak olmaktadır
Ekonomik güçlükler nedeniyle çocukların okula gönderilmeleri ikinci planda kalmakta, ekonomik yönden aileye katkıda bulunma zorunluluğu onların öğrenim çağında para kazanma çabası içinde bulunmalarına sebep olmaktadır. Sonuçta çocuklar ya ayakkabı boyacılığı, hamallık, midyecilik gibi niteliksiz işler yapmakta, ya da dilencilik, tombalacılık, kaçak sigara satma gibi işlere karışmaktadırlar. Çocuğun erken yaşta çalışmak zorunda kalması hem eğitimini aksatmakta, hem de iş çevresinde zararlı alışkanlıklar kazanabilmesine yol açmaktadır.
Gecekonduların genel özellikleri küçük, dar ve sağlıksız konutlar olmaları, alt yapılarının bulunmamaları ve kalabalık nüfusa sahip olmalarıdır. Çocuk kendisine ait dinlenebileceği, hayal gücünü ve düşünmesini geliştirecek oyunlar oynayabileceği odadan mahrumdur. Kalabalık ailelerde kavga, üzüntü hatta cinsel ilişkiler çocuğun pek yakınında olmaktadır. Yaşam güçlükleri nedeniyle yeterli ilgi, disiplin ve eğitim verilememektedir. Çocuk ailenin eksikliğini giderecek, içindeki enerjiyi uygun yerlere kanalize edecek ve toplumsallaşmasını sağlayacak  okuldanda uzak kalmaktadır.
Yavuzer' in bir çalışmasında suç işlemiş 1181 çocuktan 701 inin gecekonduda oturduğu belirlenmiş, sonraları İstanbul'da yapılan çalışmalarda davası görülen çocukların neredeyse tümünün ikamet yerlerinin gecekondu olduğu görülmüştür.
Göç olayını yaşayan çocuklar daha çok hırsızlık ve yaralama suçlarını işlemektedirler. Yaralama suçlarının toplumsal uyumsuzluk kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Hırsızlığın ilk planda daha çok ekonomik zorluklar nedeniyle yapıldığı, çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak için bu yola başvurduğu düşünülebilir. Gerçekte nedenlerin ve tehlikenin en büyüğü ana babanın sevgi, şevkat ve bakımından yoksun olmaktır. Hırsızlık yapan çocuk bu yolla maddi gereksinimini gidermekten çok ailenin ve okulun denetiminden uzak kalmanın verdiği bir başıboşluk içinde suça yönelmekte, sevgi ve sevecenlik eksikliğini gidermek için bu yola başvurmaktadır.
Şehrin çevresinde kurulmuş alt yapısı ve halka hizmet verecek olan okul, hastane, karakol gibi kurumları bulunmayan, plansız, dar ve karmaşık sokaklara sahip gecekondu bölgelerini polis ve jandarma tam olarak denetleyememektedir. Gecekondular kendine özgü yapısından ayrılarak ABD slumları gibi suçlu üreten yerler haline gelmektedir
Kentlere, endüstri merkezlerine adeta hücum eden gençlerdeki kültür çatışmasının anti-sosyal davranış ve suçluluktaki rolü küçümsenemez .
Kırsal kesimden kentlere göç olayı, özellikle genç kuşakları etkileyerek suç potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Ancak gelecekte batı ülkelerinde görüldüğü gibi kent kökenlilerin suçlu çocuklarının çoğunluğu oluşturması olasılığı da göz ardı edilmemelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder