Bugün bile, hepimiz her gün “ana-baba, karı-koca, bacı kardeş, kadın-erkek, kız-oğlan” biliyoruz. Ama, niçin böyle dendiğini düşünmeyiz bile. içimizden biri çıkıp da, “koca karı, kardeş bacı” dese, hepimiz birden ona güleriz. Avrupa dilleri ile Doğu dillerinde ise durum, bunun tersidir. Bunlara benzer her eski deyimde, önceliği erkek alır. Bundan dolayı Türk dili, Türklerin binlerce yıllık hayatlarının bir aynası gibidir. Dil, yaşayan bir ruhtur.
Bu sözlerde görünenler, Türklerini hisleriyle duygularıdır. Bunun içindir ki bizim gönlümüz sözleri bir madde, bir odun parçası gibi gören dilcilerle, hiç uyuşmamıştır. Onları kesip biçmek bizim elimizde değildir. Omar, Türk milletinin törelerinden kaynaklanan, duygu ve hatıralarıdır.
Bu sözler, binlerce yıl önce Türk milletinin gönlünde duygu halinde oluşmuş, gelişmiş ve böylece onların, düşünce ve inanışlarının birer sembolü olmuşlardır. Bunun için biz burada sözlerden değil, mana, düşünce, inanış ve davranışlardan, sözlere giderek onları bu yolla değerlendirmeye çalışacağız.
Kadın Türklerde aileyi oluşturan üç direkten yani baba, ana ve çocuklardan birini meydana getiriyordu. Çünkü atlı, savaşçı ve hayvancı kavimlerdeki durum ve ihtiyaçlar böyle gerektiriyordu. Konuya, böyle realist bir görüşle girmek gereklidir. Eski Batı ile Doğu’da ise aile tek direkle, baba direğiyle yürüyebiliyordu.
Türklerde bu elbette yürüyemezdi. Çünkü aile içinde herkesin bir vazife ve mesuliyeti vardı. Atlı kavimlerin düşmanları da atlıydı. Baş döndürücü bir süratle her an gelebilen düşman, ortada ne aile, ne can ve ne de mal bırakmayabilirdi. Bunun için aile, daha büyük birlikler, askerî bir teşkilât ve yine askerî birlik halinde yaşamak zorundaydı.
Geçen yüzyılda Küçük Yüz Türklerini araştıran Balliuzek gibi araştırıcılar, bunu açıkça görmüşlerdi. Ailelerin birleşmesiyle meydana gelen boylar, savaşla içiçeydiler. Bunun için de onların en başta gelen dilekleri askerî bir birlik (military unit) halinde kurulabilmiş olmalarıydı.Fuat Köprülür Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu adlı eserinde, Anadolu sınırlarında “il ve yurd açan” Türkmen gazilerinin illerinden söz açarken, “onlarda kadınlar ile çocuklar da silâhlı idilerdi”, der ve onların başarılarını, bu yapı üzerine oturtmaya çalışır.
Haçlı seferleri dolayısiyle Güney Anadolu’da erkek nüfusu azalmıştı. Bunun için kadınlardan oluşan “Bâciyân” yani Bacılar adı verilen askeri birlikler kurulmuştu. Köprülü, bu anlayış ve kadınların, birleşmesi üzerinde de vurgulayarak durur. Unutmayalım ki bu yurdu bize armağan edenler arasında kadınlar ile kızlar da vardı. Zaten Dede Korkut kitabındaki kadınların hayatı da yukarıdaki vesikaları doğrularlar. “Beyrek erişti bir geyik vurdu…
Banı Çiçek (ona) otaktan bakar idi. Mere dayalar, (yani dadılar) bu kavat oğlu kavat bize erlik mi gösterür dedi Varun bundan pay dileyin, ne der,” dedi. Eğer Beyrek kadınlara pay vermeseydi, Bam Çiçek’le aralarında vuruşma olacaktı. Zaten Banı Çiçek’in amacı da kavga çıkarmakta. Kanturalı hikayesinde “yağı basıp, dağıtan Selcen Hatun” da bunun başka bir örneğidir. “Okun ile, kılıcın ile gel beri söyleşelim” diye erkeklere meydan okuyan da yine Selcen Hatun’dur. Onun günlük hayatından söz açılırken ise, Selcen Hatun: “yelesi kara, kazıhk atıma biner idim, Arku Beli, Ala Dağı avlar idim, ala geyik sığın geyik kovar idim” diyordu. Kanturalı ise Selcen Hatun’uf”yer basmayıp (yani yere basmadan) yürüyen selvi boylum… arslan uruğu Sultan kızı”, diye övüyordu
Türklerde kadın, ne kadar savaşçı ve erkek gibi de olsa, onda yine de “yere basmadan yürüyen” bir kadın yürüyüşü, aranıyordu. Zaten Dede Korkut’ta bu iki sevgilinin birleşmesi de, bizim anlayışımız dışında ve garip bir dille anlatılıyordu: “İrağından yakınından gelişdiler, gizli yaka tutuban yeğleşdiler, tatlu damak verüben sorış-tılar, ağ boz atlar binüben yortışdüar, Beg babası yanına erişdiler”. Görülüyor ki Türklerde kaçlına verilen değer, başka kültürlerde olduğu gibi, Tanrıça olarak tapüdığından dolayı değil, günlük hayatm yük ve mesuliyetini üzerlerine almalarından ileri geliyordu.
Çingiz Han’dan az sonra Papanın elçisi olarak giden Rubruk, kadınların vazifelerini şöyle anlatıyordu: “Arabaları idare etmek, çadırları arabalara koymak ve indirmek, inekleri sağmak, yağ ve kurut yapmak, deri ve postları dabaklamak, derileri dikmek, sandal, başmak, ayakkabı ve elbise dikmek, keçe dövmek” ve buna benzer daha birçok işler.
Ekonomik hayatın temelini oluşturan kadınların sözleri böylece devlet hayatında da geçerli olmuştu. Erkekler savaşa gittikleri zaman, her şeyi kadınlar yapar, onların başlan da kadınlar olurlardı. Kadın hukukunu incelerken, konuyu biraz da realist bir temele oturtmak daha gereklidir. Yine elçi Rubruk’a göre, “kadınlar da erkekler gibi ata biner, ok atarlardı. Her suçta, erkeğe ne ceza verilirse, kadına da onu verirlerdi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder