Sayfalar

23 Ekim 2012 Salı

Geçmişten Bugüne Kadın Ve Erkek


Bugün bile, hepimiz her gün “ana-baba, karı-koca, bacı kardeş, kadın-erkek, kız-oğlan” biliyoruz. Ama, niçin böyle dendiğini düşünmeyiz bile. içimiz­den biri çıkıp da, “koca karı, kardeş ba­cı” dese, hepimiz birden ona güleriz. Av­rupa dilleri ile Doğu dillerinde ise du­rum, bunun tersidir. Bunlara benzer her eski deyimde, önceliği erkek alır. Bun­dan dolayı Türk dili, Türklerin binlerce yıllık hayatlarının bir aynası gibidir. Dil, yaşayan bir ruhtur.

Bu sözlerde gö­rünenler, Türklerini hisleriyle duygula­rıdır. Bunun içindir ki bizim gönlümüz sözleri bir madde, bir odun parçası gibi gören dilcilerle, hiç uyuşmamıştır. Onla­rı kesip biçmek bizim elimizde değildir. Omar, Türk milletinin törelerinden kay­naklanan, duygu ve hatıralarıdır.

Bu söz­ler, binlerce yıl önce Türk milletinin gön­lünde duygu halinde oluşmuş, gelişmiş ve böylece onların, düşünce ve inanışla­rının birer sembolü olmuşlardır. Bunun için biz burada sözlerden değil, mana, düşünce, inanış ve davranışlardan, söz­lere giderek onları bu yolla değerlendir­meye çalışacağız.


Kadın Türklerde aileyi oluşturan üç direkten yani baba, ana ve çocuklardan birini meydana getiriyordu. Çünkü atlı, savaşçı ve hayvancı kavimlerdeki du­rum ve ihtiyaçlar böyle gerektiriyordu. Konuya, böyle realist bir görüşle gir­mek gereklidir. Eski Batı ile Doğu’da ise aile tek direkle, baba direğiyle yürüyebiliyordu. 

Türklerde bu elbette yürü­yemezdi. Çünkü aile içinde herkesin bir vazife ve mesuliyeti vardı. Atlı kavimle­rin düşmanları da atlıydı. Baş döndürü­cü bir süratle her an gelebilen düşman, ortada ne aile, ne can ve ne de mal bırak­mayabilirdi. Bunun için aile, daha bü­yük birlikler, askerî bir teşkilât ve yine askerî birlik halinde yaşamak zorunday­dı.

Geçen yüzyılda Küçük Yüz Türkleri­ni araştıran Balliuzek gibi araştırıcılar, bunu açıkça görmüşlerdi. Ailelerin bir­leşmesiyle meydana gelen boylar, savaş­la içiçeydiler. Bunun için de onların en başta gelen dilekleri askerî bir birlik (military unit) halinde kurulabilmiş olmalarıydı.Fuat Köprülür Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu adlı eserinde, Anadolu sınırlarında “il ve yurd açan” Türkmen gazilerinin illerinden söz açar­ken, “onlarda kadınlar ile çocuklar da si­lâhlı idilerdi”, der ve onların başarılarını, bu yapı üzerine oturtmaya çalışır.

Haçlı seferleri dolayısiyle Güney Anadolu’da erkek nüfusu azalmıştı. Bunun için ka­dınlardan oluşan “Bâciyân” yani Bacı­lar adı verilen askeri birlikler kurulmuş­tu. Köprülü, bu anlayış ve kadınların, birleşmesi üzerinde de vurgulayarak du­rur. Unutmayalım ki bu yurdu bize ar­mağan edenler arasında kadınlar ile kız­lar da vardı. Zaten Dede Korkut kitabın­daki kadınların hayatı da yukarıdaki ve­sikaları doğrularlar. “Beyrek erişti bir geyik vurdu… 

Banı Çiçek (ona) otaktan bakar idi. Mere dayalar, (yani dadılar) bu kavat oğlu kavat bize erlik mi gösterür dedi Varun bundan pay dileyin, ne der,” dedi. Eğer Beyrek kadınlara pay vermeseydi, Bam Çiçek’le aralarında vu­ruşma olacaktı. Zaten Banı Çiçek’in amacı da kavga çıkarmakta. Kanturalı hi­kayesinde “yağı basıp, dağıtan Selcen Hatun” da bunun başka bir örneğidir. “Okun ile, kılıcın ile gel beri söyleşelim” diye erkeklere meydan okuyan da yine Selcen Hatun’dur. Onun günlük haya­tından söz açılırken ise, Selcen Hatun: “yelesi kara, kazıhk atıma biner idim, Arku Beli, Ala Dağı avlar idim, ala ge­yik sığın geyik kovar idim” diyordu. Kan­turalı ise Selcen Hatun’uf”yer basmayıp (yani yere basmadan) yürüyen selvi boy­lum… arslan uruğu Sultan kızı”, diye övüyordu

Türklerde kadın, ne kadar savaşçı ve erkek gibi de olsa, onda yine de “yere basmadan yürüyen” bir kadın yürüyüşü, aranıyordu. Zaten Dede Korkut’ta bu iki sevgilinin birleşmesi de, bizim anlayışımız dışında ve garip bir dille anlatılıyordu: “İrağından yakınından gelişdiler, gizli yaka tutuban yeğleşdiler, tatlu damak verüben sorış-tılar, ağ boz atlar binüben yortışdüar, Beg babası yanına erişdiler”. Görülüyor ki Türklerde kaçlına verilen değer, baş­ka kültürlerde olduğu gibi, Tanrıça ola­rak tapüdığından dolayı değil, günlük hayatm yük ve mesuliyetini üzerlerine almalarından ileri geliyordu.

Çingiz Han’dan az sonra Papanın elçi­si olarak giden Rubruk, kadınların vazi­felerini şöyle anlatıyordu: “Arabaları idare etmek, çadırları arabalara koymak ve indirmek, inekleri sağmak, yağ ve ku­rut yapmak, deri ve postları dabaklamak, derileri dikmek, sandal, başmak, ayakkabı ve elbise dikmek, keçe döv­mek” ve buna benzer daha birçok işler.

Ekonomik hayatın temelini oluşturan kadınların sözleri böylece devlet haya­tında da geçerli olmuştu. Erkekler sava­şa gittikleri zaman, her şeyi kadınlar ya­par, onların başlan da kadınlar olurlar­dı. Kadın hukukunu incelerken, konuyu biraz da realist bir temele oturtmak daha gereklidir. Yine elçi Rubruk’a göre, “kadınlar da erkekler gibi ata biner, ok atarlardı. Her suçta, erkeğe ne ceza veri­lirse, kadına da onu verirlerdi.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder