Sayfalar

23 Ekim 2012 Salı

Öfke evlilikte bile baldan tatlı mı?


Bazen ne kadar haklı olduğumuzu göstermek bazen de bir eksikliğimizi veya haksızlığımızı gizlemek düşüncesiyle öfkeleniriz. Öfke ya bir tepki halidir ya da mahcup olan kişiliğimizi örten bir maskedir. Her ne olursa olsun, kendisini hangi şartta nasıl ifade ederse etsin evliliğin can düşmanlarından biridir öfke.

Yapılan çalışmalar tükenen evliliklerde öfke ve öfkenin türevlerinin (tehdit,küsme,şiddet ,cinnet vb ) hatırı sayılır bir yere sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Bazen insanların sakin davranışlarına bakarak öfke duygusunun sanki bir operasyonla onun ruhundan alınmış olduğunu düşünürsünüz, bazı insanların da haşin davranışlarını korkuyla izler birden fazla insanın öfkesini taşıdığını görür endişeye kapılırsınız . 

Aslında her ikisi de ruhsal olarak dingin bir yapıya sahip olmamanın yani bir anormalliğin göstergesidir. Her iki tutumun da toplum içerisinde hayatiyetinin devamı adına profesyonel manada desteğe ihtiyacı vardır.

Medeni insan, her konuda olduğu gibi öfkesi söz konusu olduğunda da dengeli davranmasını bilebilendir. Öfke dengeli kullanıldığında adaletin teminine ,hataların giderilmesine , temel hak ve hürriyetlerin muhafazasına veya doğru düzenin tesisine vesile olacak faydalı bir duygudur. Gündelik hayatımızı mercek altına alıp incelediğimizde aktif veya pasif öfke dediğimiz öfke türleriyle sürekli birliktelik içerisinde olduğumuzu görürüz.
Marketçimize, arabamıza benzin aldığımız istasyonda çalışanlara, mesai arkadaşlarımıza, bazen komşularımıza , bazen de canımızdan çok sevdiğimiz evladımıza veya can yoldaşımız olan eşimize karşı bu duyguyu içimizde duyarız . Duyarız duymasına ama gerçekten biz bu duyguyu yaşarken veriliş amacına uygun mu kullanırız? Yarı ataerkil (erkek otoritesi endeksli) aile yapımızla aslında öfke diğer duygularımızın çok önünde evlilik hayatımızda yer almakta, ruh dünyamızda baş köşede oturmakta ve hiç de hak etmediği bu mevkii koruma adına oldukça da kararlıda gözükmektedir.
Eşimizin bizim için taşıdığı değeri sözlü olarak ifade etmekte zorlanan ama ona karşı öfke dolduğumuzda kendimizi tutamayan hemen patlayan bir yapıya sahip olan milli karakterimiz ailelerimiz adına bir tehdit unsuru olarak karşımızda durmaktadır. Gerçi modernitenin beşiği olan ve hiç de ataerkil bir yapısı olmayan Batı Dünyası’na baktığımızda öfkenin toplumdaki tesirinin bizdeki oranlardan daha da düşük olmadığını görürüz.

Özellikle gençliğin şiddete düşkünlüğü ,alkol kullanımının çokluğu ,bize göre daha bencil bir yapıya sahip olması Batı toplumlarının aile hayatlarında öfkenin yıkıcı tesirini hissetmelerine sebep olmaktadır. Batı da başlı başına bir öfke hatta cinnet kabul edilen intihar vakalarının sürekli artıyor olması da bu tezi doğrular mahiyettedir. Peki ya evde ,evimizde ailemizle özellikle eşimizle olan ilişkilerimizde öfkenin yeri ve tesiri nedir, ne olmalıdır?

Yukarıda belirttiğimiz gibi her şeye öfkelenen insanlar hiç bir şeye öfkelenmeyen insanlar gibi ruhen problemli insanlardır. En çok beraber olduğumuz ve bizim için hayatın diğer ünitelerine göre çok daha fazla anlam ifade eden evlilik müessesinde de zaman zaman eşlerin öfkeyi yaşaması gayet tabidir.
Burada mihenk soru öfkenin hangi keyfiyette olduğu ve hangi sebeple ortaya çıktığıdır. Eğer ailedeki sevgi düzeyli seviyede değilse öfke kırıcı, ezici ve saldırganca ortaya çıkıyor demektir. Tek amacı zarar vermektir. Yıkıcıdır. O an eşine haddini bildirmek için vardır. 

Aile içi iletişimi baltalar. Eşte korku ve endişe oluşturur. Çiftlerden birinin diğerinden korkmaya ve kaygı duymaya başlaması eşlerin arasındaki güven duygusunun kaybolmasına işarettir. Güven duygusunun kaybı problemin evliliğin temellerine inmesi ve ilişkinin sarsılıyor olması demektir.
Öfke; içinde karşılıklı sevginin olduğu aile ortamında kendini göstermişse yani birbirlerine değer veren insanlar birbirine öfkelenmişse öfke bir yanlışı düzeltmek için doğmuş demektir. Böyle öfke yapıcıdır, düzenleyicidir, dengelidir. Aslında seven insanın öfkesi sevdiği insana sırtındaki akrebi gösteriyor olması demektir. Yani aile içi iletişimi baltalamaz. Sert bir nasihata benzer. Eşi bunu o an olmasa bile mutlaka kısa zaman sonra anlayışla karşılar. Her ne kadar seven eşin öfkesi yapıcı olsa da öfke kendisine kolay kolay sınır konulabilecek bir duygu değildir.

Eskiler öfke baldan tatlı derken muhatabına sinirlenen bağıran çağıran insanın bundan ayrı bir haz duyacağını, içinde farklı bir ferahlık olacağını bize anlatmak istemişler. Dolayısıyla öfkelenen bir insanın tam olarak ne dediğini bilmeden kızıp söylenmesi her ne pahasına olursa olsun öfkenin hakkını vermeye çalışması gene eskilerin öfkeyle kalkan ziyanla oturur sözünü akla getirir ki bu birbirlerini seven eşler için önemli bir kaybın habercisidir.

Eşlerin öfke kontrolü; bir sac ayağı misali üç hususta kişinin kendi kendine hükmetmesini gerekli kılar. Birincisi öfkenin doğduğu yer olan zihnin kontrolü, ikincisi öfkenin ifade edildiği kelimelerin hayat bulduğu ve tavırların değiştiği dilin kontrolü üçüncüsü kelimelerin kişinin öfkesini ifade etme adına yetersiz kaldığı düşünüldüğünde devreye giren bedenin yani davranışların kontrolü. Birinci aşama zihinsel aşamadır.
Öfke duygusu önce insan beyninde fikir olarak doğar gelişir duyguya dönüşür. Bu aşamada ben kime kızıyorum. Kızdığım insan benim için ne ifade ediyor. Akrabalarımdan, arkadaşlarımdan toplum içerisinde muhatap olduğum diğer insanlardan sürekli farklılık arz eden eşime karşı bu hususta biraz daha anlayışlı olamaz mıyım diye düşünmesi gereken aşamadır. İkinci aşama düşünme safhasınının netice vermediği anda devreye giren öfkenin dillendirildiği aşamadır.
Bu aşamada öfke halinde nasıl insan metabolizması hükmedilemez hale geliyorsa kalp atışları hızlanıyor, beyne giden kan miktarı artıyor, mide daha fazla asit salgılıyor, tansiyon yükseliyor, yüz kızarıyor, damarlar şişiyorsa aynı şekilde dil de kontrolden çıkar. Ağız bir nevi ishal olur. Ne dediğini bilmez hale gelir. Daha sonra çok pişman olacağı o an için sadece karşı tarafı üzecek şeyleri pervasızca söyler .Her iki taraf adına da yıkımın başladığı an bu andır işte. Bu esnada yapılacak en akıllıca davranış susmaktır.

Hiç bir şey söylememek kelimelere kelepçe vurmaktır. Zor da olsa öfkeyi içine atmak, konuşmamaktır. Susmak aslında bir kaçış değil hele haksızlığı kabul hiç değildir. Belki olgunluğun tescili ve evlilik adına sahip olunan sorumluk duygusunun ispatıdır. Öfke fiziksel şiddetle ifade edilmeye başlandığında eşler endişeye kapılsalar da asıl endişe edilmesi gereken evlilikte sözlü ve duygusal şiddettir. Kontrolsüz sarf edilen kelimelerin ve alınan tavırların tahrip gücü sopadan ve bıçaktan daha az değildir ve ne kadar acıdır ki niteliksiz evliliklerde bu tip yıkıcı sözler ve insafsız tavırlar şuursuz eşlerce neredeyse her gün sarf edilir ve davranışa dönüştürülür.

Eşleri bu aşama asık suratlı, mutsuz yaşayan, konuşmaya çalıştığında birbirlerini tersleyen, sürekli birbirlerini suçlayan ve tebessüm etmeyen kısacası biz olmaktan uzak sözler ve tavırlar sergileyen tutumlar içinde görürsünüz. En son aşama dizginleri elinden kaçıran dilin, komutayı yoldan çıkan bedene teslim ettiği aşamadır.

Mesele bu evreye kadar gelmişse fatura ağır olacak demektir. Travmalar sadece psikolojik olarak kalmayacak fiziksel travmalarda kendisini gösterecek belki eşin hayatını tehlikeye atacak derecede sorumsuz davranışlar sergilenecektir. Artık evliliği bir arada tutan evliliğin çimentosu hükmünde olan sevgi bu boşanma öncesi son aşamada kendisini tüketmiş yerini korku ve endişeye bırakmıştır.

Bu aşamada öfke kontrolü adına bir kuyumcu terazisi hassasiyetiyle tepkimizin ve öfkelendiğimiz hususun arasında bir dengenin gözetilmesi gerekmektedir. Bu bir farkındalıktır. Benim eşimi üzeceğim kendime mukayyet olamayarak bedensel şiddet sergileyerek rencide edeceğim hususlar onu kırmaya değecek mi?

Aynı hususta benzer davranışı bana veya benim kızıma ya da oğluma birileri aynı şekilde yapacak olsaydı ben ne hissederdim? Ortaya koyacağım davranışla aslında ruhumda hissettiğim hayal kırıklığı veya üzüntü duygusu arasında mantıklı bir denge söz konusu mudur? Bu soruları kendimize sormamız ve meseleyi irdelerken kendimizin savcısı eşimizin avukatı olmamız şuurlu bir eşin davranışı yani bedensel süreci kontrolde tutması demektir.

Evlilik bir irade işidir .İnsanlar şehvet ve öfkelerini kontrol etmeyi başardıklarında iradelerine hükmediyorlar demektir. Şehvet şiddetle istediği öfke ise şiddetle karşı olduğu hususları temsil eden duyguları nitelendiren kelimelerdir. Kısaca neye ne kadar ilgi duyacak, neye ne kadar karşı tepki verecek bu iki hususun bilinmesi kişinin kendi iradesine hükmettiğinin göstergesidir. Öyle ki bu iki duygunun kontrolsüzlüğü insanın akli ve ahlaki düzeysizliğinin de habercisi olabilir. Reşit olmanın da şartı bana göre bu iki ana duygunun kontrolünde gizlidir.

Evlilik reşit insanların tabi olduğu bir birliktelik olduğuna göre bizler eşimizle olan birlikteliğimizi devamı adına şehvetimizi ve öfkemizi meşru dairede sergilemeyi bilen yani yerli yerinde kullanabilen insanlar olmak zorundayız.
Arif Özutku  - www.rehberaile.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder